"İnsan özgür olmadıkça mutlu olamaz" (Dante)

18 Haziran 2015 Perşembe

Şeytanîlerin Oltasına Gelmeyin



İletişim günümüzde oldukça gelişmiş durumda. Dünyanın bir ucundaki bilgiye diğer ucundan saniyeler içinde ulaşmak mümkün artık. Eskiden öyle miydi? Telefonlar yeni çıktığında her evde bulunmazdı bile. Biraz daha eskiye gidelim. Posta servisi... Bir mektup yazardınız haftalarca gitmesini beklediğiniz gibi haftalarca da cevap almayı beklerdiniz. Mektup olayı tamamen bitti bugün. Elektronik posta (e-posta) devri ve sosyal medya devri başladı. 

Teknoloji bir nimettir evet. İnsanları, kitleleri birbirine yakınlaştırır. Farklı kültürlerle tanışabilmemize olanak sağlar. En güncel haberleri anında elimize ulaştırır. Bundan fazla değil on yıl kadar önce gelişmelerin bu boyutta olacağı söylense kimse inanmazdı. Baş döndürücü bir gelişme var. 

Teknolojinin gelişmesi yalnızca iyilik güzellik açısından olumlu olmadı. Art niyetli insanlara da gün doğmuş oldu. Eskiden (ve belki halen devam etmekte olan) toplum mühendisleri, provokatörler, yıllarca toplumun parçası gibi yetiştirilmiş casuslar vs olurdu. Bunlar gündelik sohbetlerinde çevresindekileri galeyana getirmekle görevliydiler. Bir nevi katalizör görevi görüyorlardı. Tepkimeyi hızlandırıyorlardı yani. Casuslar rakip devletlerin bünyelerine yerleştirilmiş canlı dinamitlerdir. Eskiden neyseler şimdi de öyleler. Değişen tek şey ellerinde aşırı gelişmiş teknolojilerinin bulunması. Güncel gelişmeleri sürekli olarak takip ederler. Duruma göre kendilerince müdahalelerde bulunurlar. Bu müdahaleler daha çok bir "üst akıl" güdülemesiyle olur. Casuslarsa üstlerine düşeni yaparlar sadece: Ortalığı karıştırmak...

Yeryüzünde iyinin ve kötünün savaşı bin yıllardır devam etmektedir. İyilik-kötülük kavramları göreceli gibi sanılsa da değildir. Yüce ALLAH (C.C.)'ın varlığını, O'nun Peygamberlerini ve hatta en son Peygamberi, Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)'i inkar eden her oluşum kötülük dairesi dahilindedir. İyi ve kötü arasındaki savaş iblisin Âdem babamıza secde etmeyi reddetmesiyle başladı. Kıyamete kadar da devam edecek. Önemli olan insanın doğru safı seçmesi... Doğru olan taraf ise ALLAH (C.C.)'ın tarafıdır, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in tarafıdır. Karşımızda birden fazla yol varsa yolların sonunu hesaplamalıyız; hangi yol bizi ALLAH'a ulaştırıyorsa o yolun doğru olduğuna kanaat getirmeliyiz. Unutmayalım! Seçimimizi yaparken en büyük düşmanımız da devrede olacaktır. 

Âdem babamızdan bu yana savaş devam ediyor dedik. Günümüzde bu savaş nasıl yapılıyor peki? Bilgi ile... Doğru veya yanlış. Fikirlerin savaşına sahne oluyor dünya. Eski dönemlerde kendi dinî inanç ve fikirlerinin doğruluğuna inanan toplumlar fiilen savaşmaktaydılar. Burada yine baş düşmanımız devredeydi. Şeytan... Diğer inançları benimseyen toplumlara o kadar güzel ve kalıcı benimsetmişti ki gözleri hakikati göremeyecek kadar körleşmişti. Düşünün: put perestler, hindular, ateşe tapanlar vs hep kendi inançlarını haklı görmüşler ve bu inanca karşı çıkanlarla savaşmışlardır. Bugün de aynı durumlar dünyanın değişik bölgelerinde devam etmektedir. Myanmar Burma'da budistlerin müslümanlara yaptıklarını teknolojinin gelişmesi sayesinde hepimiz öğrenebildik. Elimizden gelen yardımı yapıyor olsak da yetmiyor. ALLAH yardımcıları olsun.

Myanmar'da güçleri yettiği için fiilî baskı uyguluyorlar. Türkiye'miz gibi potansiyel güç olan müslüman ülkelerde ise farklı bir strateji izleniyor. Hem de yüzyıllardır... Taktik önce casuslarla uygulanmaya başlandı. Toplumu dinden soğutmak, türlü türlü fenalıkları güzel ve zevkli olarak lanse etmek, dinin kendisini çağ dışı olarak göstermek gibi eylemleri zamana yayarak gerçekleştirdiler.Özellikle gençleri fikirleriyle zehirlediler. Halen de yalan yanlış öğretilerine devam etmektedirler. Aileler bu konularda uyanık olmalıdır. Çocuklarının kimlerle arkadaşlık kurduklarına, kimlerle nerelerde görüştüklerine dikkat etmelidirler. 

Bugünün savaşı bilgi ile oluyor. Hedefler zihinlerimiz. Psikolojik yöntemlerle türlü türlü simgeler bilinçaltımıza yerleştiriliyor. Bilgiler öyle bir modda geliyor ki doğruluğunu sorgulamaya fırsatı olmuyor insanın. Diziler, yarışmalar, filmler, şarkılar... Bizim yapabileceğimiz en iyi şey kendimizi geliştirmektir. Bol bol okumalıyız. Özellikle Kutsal Kitabımız Kur'an-ı Kerîm'i okumalıyız. Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'in hayatını okumalıyız, sahabelerin hayatlarını okumalıyız. İyi insan nasıl olurmuş öğrenmeliyiz. Bunların dışında da uyanık olmalıyız. Sosyal medyadan bize sunulan her türlü bilgiye şüphe ile bakmalıyız. Doğrular son zamanlarda çarpıtılarak insanların zihinlerine sunulmaktadır. En canlı örneklerini Gezi parkı saçmalığında gördük. Dış güdümlü yapılanma, muhalefet ve yandaşlarının provokasyonlarında gördük. Masum ve saf insanların olmayacak şeylere inanmalarını sağladılar. Yok ses kayıtları, yok ayakkabı kutuları, yok yabancı ülke bankalarındaki hesaplar, yok gezide panzerlerin insanları ezmeleri daha nice yalan haberler... İnsanlar nasıl bir kirli bilgi bombardımanına tutulmuşsa doğruya inandırmak mümkün değil. "Yargı da onların elinde" tabi deyip çıkıyorlar işin içinden. Şunu söyleyeyim: Bu iftiraların birisi bile doğru olsaydı ne muhalefet yerinde dururdu ne de dış güçlerin güdümünde olan yapılanmalar... Rakiplerini alaşağı etmek için ellerinden geleni yaparlardı. Yurt dışındaki destekçilerini de alarak isyan çıkarırlardı. Ama bilinçli olanlar gördü ki bunlar iftiradan başka bir şey değil.

Uyanık olmalıyız. Gerçek ve yalanı ayırabilmeliyiz. Yalan haberlere birkaç örnek vereyim: Gezi eylemleri sırasında sosyal medyada sırtı parçalanmış bir insan resmi dolaştırıldı. Gezi eylemlerinde bu resimdeki şahsın üzerinden panzerin geçtiği ve sırtının panzer tarafından parçalandığı iddia edildi. Çoğu "sazan" da inandı ve resmi paylaştı. Ben resmi aldım ve ünlü arama motoru sitesinde arattım. Güney Amerika'da bir teknenin pervanesinin bir adamın sırtını parçaladığı haberine denk geldim. Aynı fotoğrafla... Bu ne rezillik ve yalancılıktır. Hemen o resmi paylaşanlara yorum yazdım. "Bu resim sahte, neden böyle yalan yanlış şeyler paylaşıyorsunuz?" dedim. Cevap: "Burası sanal alem, istediğimizi paylaşırız" oldu. Amaç belliydi. Benim anlamadığımsa şuydu: Hadi bu yalancılar bu yalan haberi paylaşıyorlar da inananlar nasıl inanıyorlar? "Sırtını parçalayacak kadar baskı yapsa panzer, adam altından sadece sıyrıklarla mı kurtulurdu?" diye sormuyorlar mı hiç? 

Bir diğer yalan haber ise başörtülü polisler... Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Afgan kadın polislerin Türkiye'de eğitim aldıklarına dair bir haberin fotoğrafının çarpıtılarak paylaşılmasından kaynaklanan bilgi kirliliği... Yok yakında göreve başlayacaklarmış da, hepsi hazır kıtaymış da... Yine şaşkındım. Haberi çarpıtana mı şaşırsaydım yoksa inanıp altına "Türkiye'de adam mı yokmuş da bunlar göreve getirilmiş?" , "Yakında şeriat gelir" vs tarzı yorum yapanlara mı?..

Uyanık olalım kardeşlerim. Bunların niyeti belli. Eğer davaları doğru olsaydı yalanlara ihtiyaç duymazlardı. Sırf çamur atmak için yazılıp çizilen, paylaşılan haberler bunlar. İnanmayalım!

Biliyorsunuz veya bilmiyorsunuz. Sizinle paylaşmak istiyorum. Bu tarz bir habere denk gelirseniz, haberin resmini kaydedin. Sonra internetten ünlü arama motorunu açın. Sağ üst tarafta "Görseller" butonunu tıklayın. 





Yukarıdaki resimdeki gibi "Görselle ara" kısmına gelin. Kaydettiğiniz resim dosyanızı seçin. Sonra gerçek haberleri görün. İnsanların sırf karalama kampanyaları için ne çok yalanlar uydurduklarına şahit olacaksınız.  

Tekrar ediyorum: Yalancıların oyununa gelmeyelim. Gerçekler her zaman karşımızdadır. Sadece yalancıların oluşturduğu sis perdesini aralamak gerekir. 


17 Haziran 2015 Çarşamba

"Vav"



Meşhur Hafız Hattat Osman bir gün kayıkla Üsküdar’a geçiyormuş. İskeleye yanaşınca müşteriler paralarını vermeye başlamışlar. Hafız Osman para çıkarmak için kesesine uzanmış. Kesesi yanında değilmiş. Üstünü başını iyice aramış. Kese yokmuş. Aklına yazı takımı gelmiş. Mahcup bir şekilde kayıkçıya:

“Hemşehrim, kesemi yanıma almamışım. Sana bir ‘Vav’ yazıvereyim” demiş.

Kayıkçı:

“Vavı ne yapayım?” diye söylenmiş.

“Satarsın!..” demiş Hafız Osman. Kayıkçı söylene söylene kabul etmiş. Hafız Osman hemen yazı takımını çıkarıp bir "Vav" yazmış ve kayıkçıya uzatmış. Kayıkçı eline tutuşturulan bu kağıt parçasını alelade bir şekilde kesesine atmış.

Aradan birkaç gün geçmiş. Kayıkçının yolu Bedestene düşmüş. Bakmış ki kargacık burgacık yazılar, mezat ediliyor (açık artırma ile satış), Hafız Osman'ın eline iliştirdiği "Vav"ı burada satabileceğini düşünmüş. Mezatın tellalının yanına gitmiş. Cebinden “Vav”ı çıkarmış. Tellal “Hafız Osman Vav’ı!..” diye bağırır bağırmaz halk "Hafız Osman Vav"ını satın almak için fiyatı artırmaya başlamış. Fiyat durmadan artmış. Böylelikle kayıkçı ummadığı kadar para kazanmış bu "Vav"dan.

Bir gün yine Hafız Osman’ı kayığında görünce:“Para istemez hoca, sen yine Vav yazıver” demiş. Hafız Osman: “O Vav her zaman yazılmaz” diye cevap vermiş.


15 Haziran 2015 Pazartesi

Her şeyde bir hayır vardır



Zamanın birinde bir padişah yaşarmış.
Bu padişah avlanmayı çok sever, sık sık avlanırmış.
Padişahın aklı-selim, "Her şeyin hayırlısı, her şeyde bir hayır vardır." cümlesini dilinden düşürmeyen bir de veziri varmış.

Padişahın başına bir şey gelse vezir hep ;"Padişahım üzülmeyin her şeyde bir hayır vardır." dermiş.
Padişah da vezire bu yüzden çok kızarmış.

Yine bir gün padişah vezirine "Bugün ava nereye gidelim "diye sormuş, vezir bir yer tarif etmiş. Oraya gitmişler fakat avlanırken padişah elinden yaralanmış, eli kanamış ve elinin yarasını sarmışlar.
Padişah vezirine kızmış, "Senin yüzünden oldu" demiş.
Vezir yine aynı cevabı vermiş; "Her işte bir hayır vardır padişahım, üzülmeyin." demiş.
Bunun üzerine padişah vezire çok kızıp, "Ben elimi kesiyorum, sen bana 'Her işte bir hayır vardır' diyorsun" demiş ve onu zindana attırmış.

Vezir zindana giderken adeti olduğu üzere "Her işte bir hayır vardır" demiş. Padişah yine öfkelenmiş, "Adamı zindana attırıyorum adam yine aynı şeyi söylüyor" diyerek söylenmiş.

Padişah avlanmak için az sayıda adamla başka insan ayağı değmemiş bir yere gitmiş. Avlanırken oranın yerlileri bunları faka bastırıp, esir etmişler. Yerliler her gün bir esiri kendi inançları gereği kurban ediyorlarmış. Sıra padişaha gelmiş. Padişah çok korkuyormuş. Ava çıktığına çıkacağına pişman olmuş. Yaka paça kurban merasimi düzenlenen meydana getirmişler. Sonra ne dedikleri anlaşılmayan bir şeyler mırıldanmışlar. Padişah gözlerini sımsıkı yummuş. Öldürücü darbenin gelmesini beklerken onu serbest bırakmışlar. Çünkü yerlilerin inancına göre sakat veya bir yeri yaralı adamdan kurban olmazmış. Padişah vezirini düşünüp ona hak vermiş. Hemen ülkesine dönüp vezirini serbest bıraktırmış. Ama kafasına takılan bir soru varmış. Serbest bıraktığı vezirine "Hadi benim elimin kesilmesini anladık, peki senin zindana girmendeki hayır nedir?” diye sormuş.
Vezir de: 
“Eğer zindana girmeyip sizinle gelseydim, yerliler şimdi diğerleri gibi beni de kurban etmiş olacaklardı” demiş.

12 Haziran 2015 Cuma

"İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır" mı acaba?



"İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır" demiş Victor Hugo. Gerçekten öyle midir acaba? 

Bence değil. Adil olmanın kıstasları vardır. Kurallara ve kanunlara dayanır. Beyin fonksiyonları düzgün çalışan biri gayet rahat bir şekilde adaletli davranabilir. Eğer ortada bir adaletsizlik varsa çıkar da var demektir. Bu değişmez. Peki adaletsiz olan kişinin iyi olmadığını söyleyebilir miyiz? Evet. İyi olan insan aynı zamanda zaten adaletli olan insandır. Adalet iyiliğin, iyi olmanın bir gereğidir. Bahanelere sığınıp adaletsizliğe kılıf uydurmak korkakların ve acizlerin işidir. Çünkü yaptıkları adaletsizliğe olan cesaretlerini sonuçlarına katlanmak için bulamazlar. 

İyilik kalpten, ruhtan gelen bir olgudur. Kalbini ve ruhunu temiz tutan insan kötülüklerden uzak olur. Kötülüklerden uzak olan insan ise otomatikman "iyi birey" haline gelir. İyi bir bireyden de adaletsizlik beklenemez. 


Bir kıssa:

Havanın çok soğuk olduğu bir günde kalp gözü açılmış salihlerden biri evinden dışarıyı seyrediyormuş. O esnada geçen yoğurtçunun sesini duymuş. Bu durum birkaç kez tekrarlanınca hanımına: "Kap getir de yoğurt alayım!" demiş. Hanımı: "Yoğurt var, ihtiyacımız yok" diye cevap vermiş. Temiz kalpli adam: "Bizim ihtiyacımız yok ama yoğurtçunun ihtiyacı var ki bu soğukta sokaktan defalarca geçti" demiş.


11 Haziran 2015 Perşembe

Dostları olmalı insanın!

Dostları olmalı insanın!
Gördüğünde bin derdi olsa bile unutacağı...
İyiliğe de kötülüğe de birlikte atılacağı,
Sevincine sevinip, hüznüne ağlayacağı, 
Söylemese de derdini gözlerinden anlayacağı,
"Sen ben bir" diyerek birlik olacağı,
Ağladığında içini rahatlatacağı,
Uğruna dünyaları yakacağı,
Maddiyatı düşünmeden hayatı paylaşacağı,
"Canın sağolsun kardeş" deyip sarılacağı,
Elini tuttuğunda bırakmayacağı,
Yanında olmasa bile sürekli arayacağı, 
Adı söylendiğinde kendinin de hatırlanacağı,
"Ne günlerdi be" diye geçmişi anacağı,
İlk vedaya değil "son veda"ya kadar sadık kalacağı,
En gizli sırlarını anlatacağı,
Zararına da olsa kendine destek çıkacağı,
Arayı soğutunca hemen darılacağı,
Kardeşten öte candost olacağı, 
Dostları olmalı insanın!


9 Haziran 2015 Salı

Bence Seçim 2015

Türkiye olarak 7 Haziran 2015 seçimlerinden çıktık. Sonuç bazı kesimlerin beklediği gibi olmasa da bazı iç ve dış kesimlerin beklediği gibi oldu. Uzun yıllar koalisyon yüzü görmeyen ülkede koalisyon sesleri yükselmeye başladı. İnşallah eski koalisyonlar gibi olmaz. Çünkü bu memleket ne çekmişse koalisyon dönemlerinde çekmiştir. 

7 Haziran seçimleri bize bir şeyi daha gösterdi: AKP ve Erdoğan'a olan tepkinin teröristlere olan nefretten daha büyük olduğunu... Bu nasıl bir mantıktır anlamıyorum, anlayamıyorum. Cahil desem değiller; üniversite mezunları var aralarında. Akıllı desem değiller; bir kişinin önünü kesmek için teröre çanak tutan partiye destek çıktılar. Üstelik bunu utanmadan ve bilerek yaptılar. 

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes seçme ve seçilme hakkına sahiptir. Kimse bunu inkar edemez. Ama sırf bir liderin önünü kesmek için bebek katillerine destek çıkmak... Bu bence vatana ihanet derecesinde tehlikeli. Milliyetçilikten, vatanseverlikten bahseden insanlar, nasıl olur da terörist sempatizanı parti temsilcilerine destek çıkar? Ben bu insanların vatan sevgisinden mahrum olduklarına inanıyorum. Ateşle oynadıklarının farkında değiller. 

Dönem dönem ekranlara ve sosyal medyaya çıkan sözde aydınlar... Şimdi merak ediyorum da bu durumdan ne kadar hoşnutturlar? Mutlu olduklarına eminim de vicdanları? Memleketin refahı için uğraşan, mazlumun yanında, zalimin karşısında duran bir lideri alaşağı etmek için and içmişler sanki... Bir de hükümeti suçluyorlar. HDP'nin meclise girmesine AKP neden olmuş (!). Masumiyet anlayışınızı sevsinler. İnsanların kimin ne mal olduğunu biliyor. Eskisi gibi değil. Eskiden ne medya vardı ne de iletişim. Söylenen her söz doğru kabul edilirdi. Bir de baskı vardı tabi. Yeni nesil pek bilmez. O yüzden vaadlere kanmalarına fazla kızamıyorum. Dış güçlerin güdümüyle hareket eden bazı kesimler hükümeti klasik yöntemlerle yıkamayacaklarını anlayınca çareyi en kalleş yolda buldular. "Düşmanımın düşmanı dostumdur" mantığıyla hareket ederek kendi oylarından feragat etmek vasıtasıyla HDP'nin barajı geçmesini sağladılar. İnkar etmesin kimse. Gözümüzle gördük, kulağımızla duyduk. Resmen "Başkan yapmayacağız, inadına HDP" diyen şahıslarla muhatap olduk seçimlerde. Bunların dini nedir bilemiyorum ama müslüman olmadıklarına eminim. Hiç bir müslüman vatanın bütünlüğünü tehlikeye atmak pahasına bölücülere destek çıkmaz. Ağızlarını açtıklarında "Bunlara AKP yüz verdi" derler. Evet. AKP çözüm istediği için bir çok fedakarlıklarda bulundu. Hepsi anaların tekrar ağlamaması içindi. Yatırımlar, götürülen hizmetler, ayrıcalıklar vs o bölgenin halkının kendini dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissetmemesi için yapıldı. Bence hiç gerek yoktu evet. Çünkü ortada bir ötekileştirme yoktu. Yine de razıydık fedakarlığa. Kardeş olmayı göze almıştı bu millet. İçi kan ağlasa da tekrar kan akmasın diye...

On üç yıl kadar süren hükümetin icraatları anlatmakla bitirilemez. Gözle görülen en büyük icraat zaten herkesin bildiği üzere yollarımız... Ondan başka yurt içinde ve yurt dışında nerede bir mazlum varsa onun yanında oldular. Geçmişte başı önden kalkmayan ülkemizin başını dik tuttular.  On yıl kadar kısa bir sürede dünyada söz sahibi ülkeler arasına girdik. Bunu inkar etmek nankörlük olur. Ama maalesef bu durumu içine sindirememiş çevreler yıllar süren fitne fesat çıkarma işlerine aralıksız devam etmiştir. Gezi olayları ile en büyük darbeyi indirmeyi planlamışlar fakat başarılı olamamışlardı. Kendilerince masum bir hareket olan "gezi" eylemlerinden yine kendilerince masum sayılan sözde "kahramanlar" çıkarmışlardı. Kimi hak ve özgürlüklerin peşindeydi, kimi ekmek almaya gidiyordu kimi bilmem ne yapıyordu. Sözde hepsi masumdu. Hayatlarını kaybeden bu sözde masumlar (!) dış odakların içimizdeki güdülenler için tayin ettiği idoller haline gelmişlerdi. Hala iddia ediyorum: Masum adamın elinde sapanla, taşla sopayla, molotof kokteyli ile yüzünde maskeyle meydanlarda işi olmaz. Kimi kandırıyorlarsa artık...  Neyse bu idoller kullanılarak çoğu kişinin duygularıyla oynandı ve çoğu kişi kullanıldı. Sağlam yerden tuttuklarını düşündüler. Oradan yüklendiler. Gençlik asi ruhlu olduğundan bu kanat onların kanadıydı. Çoğunda da amaçlarına ulaştılar zaten. Yasadışı örgütler de işin içindeydi tabi (sözde kahramanların resmini kullanarak savcımızı şehit eden örgütler)...  Zaman geçtikçe eylemleri artıyordu. Ama hükümet dik duruşuyla hiçbirine prim tanımıyordu. Ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Geriye tek şey kalıyordu. AKP'nin karşısına çıkarılacak bir tampon parti. Yeni seçimlerde AKP ile hükümet kurma arasında bir tampon olması için HDP'yi kullanacaklardı. Nitekim kullandılar da. Yiğitçe, mertçe seçime kendi güçleri ve seçmenleriyle, kendi partileriyle girmek yerine terörizm tabanlı bir partiye destek çıkmayı tercih etmişlerdi. Gözleri aydın olsun diyorum. Amaçlarına ulaştılar. Artık tek parti yok. Kına yakabilirler. 

Seçimler bu senelik büyük ihtimalle bitti. Sonuçlar açıklandıktan sonra bu kesimler herkesin gördüğü üzere üç maymunu oynamaya başladılar. Sanki hiçbir şeyden haberleri yoktu. Varsa yoksa AKP'nin çözüm sürecinde kürtlere tanıdığı toleranslar... Hala söylüyorum AKP tolerans tanımışsa, hizmet götürmüşse silahların susması içindir. Silahların susmaması veya bırakılmaması AKP'nin suçu değildir. Ayrıca HDP'nin meclise girmesi de AKP'nin suçu değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin seçme ve seçilme hakkı varsa onların da seçme ve seçilme hakkı vardır. Bu haklarının olması onların illa ki mecliste olmalarını gerektirmez tabi. Normal şartlar altında % 8 i bile zor gören HDP bu seçimlerde destekçilerinin de yardımıyla MHP ile kafa kafaya meclise girmiştir. Böyle bir durum tarihte hiç görülmemiştir. Her ne kadar inkar edilse de bir kulis döndüğü ortadadır.

Demem o ki oyuna gelmeyelim. İçten ve dıştan her türlü hile ile insanları birbirine düşüren kişilerin oltasına takılmayalım. Çerkes, Türk, Laz, Kürt her millet bu topraklarda yüzyıllarca kardeşçe vukuatsız yaşamış. Ta ki I.Dünya Savaşı'na kadar... Orada yangını körükleyen neydi peki? Tabi ki milliyetçilik... Azınlıklar aynı şekilde ayaklandırıldı. Hakları olan özgürlüklerine kavuşmaları gerektiği yalanlarına inandırıldılar. İsyanlar başladı. Sonrasında büyük bir cihan harbi... Sonuç? Özgürlüklerine kavuşanlar oldu evet ama nasıl? Dış güçlerin sömürüsü altında... Çok pişman oldular neticede ama iş işten geçmişti artık. İşte biz de iş işten geçmeden bu kirli oyunlara dur demeliyiz. Gerçek vatan sevdalıları için durmak yok, çalışmaya devam. Bu doğru bildiğimiz yolda yürümeye devam.  

5 Haziran 2015 Cuma

İyilik Yap Denize At



Bir gün Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri bir deniz kenarında gezerken bir Mecusî'ye denk gelmiş. Mecusî yanına bol miktarda yem almış, denizdeki balıklara yem atıyormuş. Aralarında şöyle bir konuşma geçmiş:
- Ne yapıyorsun böyle?
- Sevap kazanmak için balıklara yem atıyorum.
- Senin sevap kazanman için, evvela iman etmen lâzım. Sen Müslüman değilsin ki, hangi sevaptan bahsediyorsun?
- Peki benim bu balıklara yem verdiğimi o bahsettiğin Allah görüyor mu?
- O’nun bilmediği, O’nun görmediği bir şey yoktur ki…
- Bu da bana yeter.

Aradan 3-5 sene geçmiş, Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri hacca gitmiş. Tavaf ederken bakmış, deniz kenarında balıklara yem atan Mecusî de tavaf ediyor. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri sormuş:

- Burada senin ne işin var?
- O beni gördü.
- Nasıl gördü?
- Sen gittikten sonra içimde bir nûr parladı. Baktım; balıkların hepsi Kelime-i şehâdet getiriyor. Ağaçlara baktım: Kelime-i şehâdet getiriyor, Ben de Kelime-i şehâdet getirmeye başladım. Senin Rabbin beni gördü, O gördüğü için de buraya geldim. Sana bir nasihat vereyim:

İyilik yap denize at, balık görmezse Hâlık görüyor.

4 Haziran 2015 Perşembe

Kabus Görerek Uyanmak Hakkında



İnsan neden geceleri huzursuz olur bilir misiniz? Ya da hiç geceleri kabuslardan ötürü uyanıp kalktığınız ve o kabusların etkisiyle tekrar uykuya dalmayı istemediğiniz oldu mu? Mutlaka olmuştur. Hayatımızın değişik dönemlerinde psikolojik durumumuza bağlı olarak rüyalarımız da şekillenir. Bu bilimsel çevrelerin açıklaması... Peki işin bilimsel olmayan boyutu var mıdır? Evet...

Elhamdulillah müslümanız ve müslüman bir ülkede yaşıyoruz. Hayatımızı her ne kadar O'na göre şekillendirememişsek de Efendiler Efendisi bir Peygamberimiz var. O büyük insana indirilmiş kitabımız Kur'an-ı Kerîm var. Onlara uyarsak doğru yolu buluruz. Onlar neyi beyan etmişse o kesinlikle, tartışma götürmeksizin doğrudur. Hayatımızda her konuda bize yol gösteren rehberlerimiz rüyalarımız konusunda da bizi aydınlatmışlardır. Ben de kabuslar ve geceleri korkarak uyanmalarla ilgili bir kaç bilgi paylaşacağım. Öncelikle rüyanın dinsel boyutu ile başlayalım:

Uykuda görülen şeyler anlamına gelen rüya; bir gerçeğe işaret edebileceği gibi, gerçek dışı veya uyanık iken zihni meşgul eden karışık şeylere de işaret edebilir. Bu itibarla rüyalar; "rüya-yı sadıka (gerçek rüya)" ve "rüya-yı kâzibe (yalancı rüya)" olarak ikiye ayrılır. Sadık rüyalar, Allah’tan; yalancı rüyalar ise, şeytandan veya nefistendir.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da sevgili Peygamberimiz ümmetine rehberlik etmiş, bu ve benzeri durumlarda dua ederek Allah’tan nasıl yardım isteneceği ve ne şekilde hareket edileceğini bizlere öğretmiştir:

Sahabeden Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) diyor ki; Peygamber (s.a.s.)’i şöyle buyururken işittim: 
"Sizden biriniz hoşuna gidecek sevdiği bir rü’ya görünce; -bilsin ki güzel rüya yüce Allah’tandır- bu durumda, ‘Elhamdülillah’ (her türlü övgü Allah’a mahsustur) diyerek Allah’a hamd etsin ve rüyasını sevdiği (salih) insanlara anlatsın. Hoşlanmadığı bir rüya görünce de -bilsin ki o şeytandandır- sol tarafına üç defa üflesin, kötü rüyanın ve Şeytanın şerrinden; 




Okunuşu: E’ûzü billâhi mineş-şeytânir-racîm “(Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım)’ diyerek Allah’a sığınsın ve onu hiç kimseye anlatmasın. O zaman o rüya kendisine zarar vermez.”
(Buhârî, Ta’bîr, 3, 46; Müslim, Rü’yâ, 3; Tirmizî, De’avât, 52; İbni Mâce, Rü’yâ, 3)

***

İmam Mâlik (r.a.)’ten rivayete göre; 
Hâlid İbnu’lVelîd (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’e: gelerek “Ben uykuda iken korkutuluyorum, ne yapmamı tavsiye buyurursunuz?” diye sormuş, Peygamberimiz (s.a.s.) de ona şu duayı okuyup Allah’a sığınmasını tavsiye etmiştir: 



Okunuşu: "E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti min ğadabihî ve ‘ıkâbihî ve min şerri ‘ıbâdihî ve min hemezâti’şşeyâtîni ve en yehdurûn."

Anlamı: “Allah’ın eksiksiz, tam olan kelimeleri ile O’nun gazabından, ikabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve (beni kötülüğe atan) beraberliklerinden (yanımda hazır bulunmalarından) Allah’a sığınırım!” 

(Malik, Şi’r, 4; Taberanî, el-Mu’cemü’l-Evsat, No:931)

***

Bu duaları okuyalım, ezberleyelim inşallah. Ayrıca Ayet'el Kürsî, Felak ve Nas surelerini de ezberleyelim.

Ayet'el Kürsî:




Okunuşu: Allahü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Lâ te’huzühû sinetün ve lâ nevm. Lehû mâ fis-semâvâti vemâ fil erd. Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznihi. ya’lemü mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm velâ yühîtûne bişey’in min ilmihî illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel ard. Velâ yeûdühü hıfzuhumâ ve hüvel aliyyül azîm.

Anlamı: Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O hayydır, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan katında kim şefaat edebilir?
O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (Hiçbir şey O’na gizli kalmaz.) O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar, O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.


Felak Suresi:



Okunuşu: Kul eûzu bi rabbil felak. Min şerri mâ halak. Ve min şerri gâsikın izâ vekab. Ve min şerrin neffâsâti fîl 'ukad. Ve min şerri hâsidin izâ hased.

Anlamı: De ki: “Ben, Felâk’ın Rabbine sığınırım.” Yarattıklarının şerrinden. Ve karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Ve düğümlere üfleyenlerin şerrinden. Ve haset ettiği zaman, haset edenin şerrinden.


Nas Suresi:


Okunuşu: Kul e'uzü birabbinnâs. Melikinnâs. İlâhinnâs. Min serrilvesvâsilhannâs. Ellezî yüvesvisü fî sudûrinnâs. Minelcinneti vennâs.

Anlamı: De ki: sığınırım ben insanların Rabbine, İnsanların Melikine [mutlak sahip ve hakimine]. İnsanların İlahına. O sinsi vesvesenin şerrinden, O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah'a sığınırım!

Bu sureleri ve duaları okudutan sonra ALLAH'ın izniyle hiç bir kötülük ne uykuda ne de uyanıkken yaklaşamaz. Kâfirlerin bile "Emîn" dedikleri Yüce Peygamberimiz (S.A.V.) söylemişse doğrudur. Bize O'na inanmak ve direktiflerine uymak düşer. ALLAH bizleri doğru yoldan ayırmasın.

Hz. Süleyman ve Hüdhüd kuşu



Hz. Süleyman (a.s) bir gün büyük bir çadır kurduğunda bütün kuşlar gelip hünerlerini tek tek sayıp dökmeye başlamışlar. Her biri hünerini anlatıyor, sonra diğeri geliyormuş. Nihayet sıra hüdhüd kuşuna gelmiş. Hüdhüd : 

- "Ey ulu padişah, dedi. Ben size küçük bir hünerimden bahsedeceğim." 

Hz. Süleyman : 

- "Buyur söyle seni dinliyorum." deyince Hüdhüd:

- "Yükseklerde uçarken baktığımda yerin derinliklerindeki suyu görürürüm, o suyun ne kadar derinlikte olduğunu, renginin nasıl olduğunu, topraktan mı yoksa taştan mı kaynadığını görür, bilirim. Ey ulu padişah sefere gidersen beni yanına al. Sana konaklayacağın yer konusunda faydalı olurum." demiş. 

Hz. Süleyman : 

- "Ey güzel arkadaş, susuz ve uçsuz bucaksız çöllerede bize arkadaş ol böylece bize faydalı olursun." demiş. 

Bunu duyan karga araya girmiş : 

- "Bu zavallı yalan söyleyip yüzünü kara etmektedir, dedi. Çünkü eğer böyle bir hüneri olmuş olsa önce yerdeki tuzağı görüp ona yakalanmaz ve kafeslerde mahkum olmazdı." 

Bunun üzerine Hz. Süleyman : 

- "Ey hüdhüd yaptığını beğendin mi bizim huzurumuzda yalan söylemek olur mu? " diye hüdhüdü azarlamış.

Hüdhüd : 

- "Ey yüce padişah, benim hakkımda karganın söylediklerine inanma. Ben huzurunuzda yalan söylemedim. Dediklerim doğrudur. Benim tuzağı görmeyişimin sebebi kaza ve kaderin gözümü kapatması, aklımı bağlamasıdır. Yoksa elbette ki yerin üstündeki tuzağı görürüm. Fakat ne yazık ki kaza gelince bilgi uykuya dalar, ay tutulur, gün kararır." demiş...

2 Haziran 2015 Salı

Maskenin Ardı



Kimlik bunalımı ne kötü şey!

Kendini bilemiyorsun. Etrafındakileri bilemiyorsun. Doğru – yanlış bilemiyorsun. Sana doğru gelen başkalarına yanlış gelir. Başkalarına doğru gelen sana yanlış gelir. Belirli bir kişi olamıyorsun hayatta. Sürekli başkalarının beğenmelerini istediğin kimliklerle dolaşıyorsun. Taktığın maskeler sebebiyle gerçek yüzünü sen bile unutuyorsun. Maske taktığın yere bakıyorsun, bir de son haline… Nereden nereye!

İyi mi olacaksın kötü mü? Yine bir bunalım. Burada başkalarının beğenmesi ve iyiliği değil kendi iyiliğin giriyor işin içine. Daha doğrusu bencillik… Kırılma noktası budur. İkiyüzlü insanların bile dürüst olduğu anlar vardır: Çıkar çatışmasının muhtemel olduğu anlar. İster tek yüz isterse çok yüzlü olsun, insanlar böyle durumlarda gerçek yüzlerini gösterirler. En doğal ve en vahşi halleri ile karşınıza dikilirler. Tanıyamazsınız. Maskelerin ardındaki canavarı gördüğünüzde artık o kişi tanıdığınız insan olmaktan çıkmıştır. Hayal kırıklığı yaşarsınız. İlk başlarda biraz zorluk çekersiniz duruma alışmaya. Ama sonraları alışırsınız yavaş yavaş. Zira insanoğlu böyledir. Hepimiz böyleyiz. Maskelerimiz vardır. Gerçek yüzlerimizi sadece ALLAH ve biz biliyoruzdur. “Herkes aynı mı?” diye soracaksınız. Hayır. Kiminin tek tük maskesi vardır; kimi ise düzinelerce maskeye sahiptir. Dediğim gibi:  Gerçeği görmek isteyen çıkar çatışması yaratacak bir durum oluştursun ve izlesin kıymet verdiklerini. Görsün onların içindeki vahşiliği…

ALLAH bizleri çok maskeli insanlardan korusun.

1 Haziran 2015 Pazartesi

Sır Saklamak

Sır namustur diye öğretildi bize. Başkalarına ait ne sırlar bizde gizlidir de dışarı vurmayız. Saklarız dipsiz, uçsuz bucaksız zihnimizde. Laf taşımak gibi gelir sırrı açığa vurmak. Kırık bir testiye su doldurunca su sızdırırsa bir daha o testiye su koymazlar. Güvenilir adam olmaktan çıktı mı bir daha asla o insana güvenmezler. 

Sırda dipsiz kuyu gibi olmalı insan. Atılan şeyin sesi bile gelmemeli. Kim sırrını ifşa eden birine tekrar güvenebilir ki? Halk arasında bir söz vardır: "Sırrını söyleme dostuna. Dostunun da dostu vardır; o da söyler dostuna" Aynen öyledir de. Bozuk kasaya para, kırık testiye su konmayacağı gibi ağzı gevşek insana da sır verilmez. 

***

Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı Padişahı gibi, devletin selameti için sefer hazırlıklarını gizli tutarmış. Bir keresinde,vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona: "Sen sır saklamasını bilir misin?" diye sormuş. Vezir, Yavuz’dan cevap alacağı ümidiyle: "Evet Hünkârım, bilirim" dediğinde, Sultan Yavuz cevabı yapıştırmış: "Ben de bilirim."