"İnsan özgür olmadıkça mutlu olamaz" (Dante)

21 Mayıs 2015 Perşembe

Büyük Çerkes Sürgünü






151. yıl dönümünü yaşadığımız Büyük Çerkes Sürgününü bilmeyenler veya merak edenler için birkaç bilgi paylaşmak istiyorum. Umarım faydalı olur.

Kafkasya’yı işgal etmeyi planlayarak yola çıkan Rusları Kafkasyalılar önceleri birer misafir gibi gördüler ve geleneksel tavırlarıyla karşıladılar. Ama, çok geçmeden Rusların kurmak istedikleri yönetim sistemini ve kalıcı yapı değişikliğini anladılar. Kafkasya’nın işgal projesine son şeklini veren Çar Petro’dur. Ve o devirde Terek Nehri, Rusya ve Kafkas halkları ile Hıristiyanlık ve Müslümanlık arasında bir sınır olarak görülmüştür.

Bu gelişmelere karşı ilk büyük tepki Şeyh Mansur tarafından yapılmıştır. Onun çıkışı Ruslara karşı mücadele ve Rusların yerli halkın ahlakını düzeni bozmalarına karşı bir uyarı mahiyetindeydi ve bir direnişti. Sonunda ne oldu? Şeyh Mansur yakalandı Moskova’ya götürüldü ve 1794 yılında idam edildi.

Kafkasya’nın kaderinde 1828 –29 savaşının önemi büyüktür. Bu bir Osmanlı - Rus savaşıdır. Rusların adamakıllı Güney Kafkaslara doğru yönelmeleri ve Kuban nehrine inmeleri II. Katerina zamanına rastlar. Daha o tarihlerde Rus ilerlemesinin durmayacağı anlaşılmıştır. Fakat 1928-29 savaşında Osmanlı’nın savaşı kaybetmesi ana müdafaa mevkii olan Anapa’nın ve Poti’nin elden gitmesi yani Batı Karadeniz sahillerinin Osmanlı kontrolünden çıkması sonucunda yerli halk tek başına kalmıştır. Bu aşamadaki savaşlar dini bir mahiyet de almış, Gazi Molla, İmam Hamzat ve Şeyh Şamil ile bir süre imamlar savaşı şeklinde devam etmiştir.

Rusya’nın, Kafkasları fethetme nedenleri iyi anlaşılırsa göç ve katliamın da mahiyeti netlik kazanmış olur:

1850’lerde hatta 50’lerden biraz evvel 1848-49’larda Rusya batıya yani bu günkü Romanya’ya doğru ilerlemeye başlamıştır ve orada gittikçe hakimiyetini, etkisini genişletmiştir. Aynı zamanda Kafkas halkı üzerindeki baskılar da artmıştır.

Bu durum 1853’de yeni bir şekil kazanmıştır. Rusya’nın ilerlemesini durdurmak için İngiltere, Fransa, Avusturya ve Osmanlı Devleti birleşerek Rusya’ya karşı Kırım’da savaşmışlar ve Rus orduları yenilmiştir. Sonuçta Rusya, Paris Anlaşmasını imzalayarak artık batıya doğru ilerlemekten vazgeçmiştir. Çünkü karşısında bütün Avrupa durmaktadır. Batıya ilerleyemeyen Çarlık Rusyası doğuya yani orta Asya’ya ve oradan Hindistan’a ilerlemeyi hedeflemiştir.

Ayrıca, burada bir başka neden daha mevcuttur. Paris Antlaşmasıyla Rusya, Batı Hıristiyanlığına dayanamayacağını anlamıştır. Çünkü, bu ilk defa yakın tarihte Hıristiyan Avrupa’nın (Katolik Protestan Avrupa’nın) Ortodoks Hıristiyanlığına karşı cephe alışını gösteriyor. Buna karşılık Rusya da Balkanlar da yaşayan Ortodoks Hıristiyanlığını hedef almıştır. Hem dine hem de dile dayalı Ortodoks ve Slav Birliği hedefi ile Panslavizm ortaya çıkmıştır böylece.

İşte bu büyük hesaplar içinde emeline ulaşacak Rusya’nın önünde en büyük engel Kafkas halkı ve onların her şeye rağmen hürriyetini istiklalini korumak arzularıdır. Her ne kadar batı Kafkasya Osmanlı idaresinde olmuşsa da tüm Osmanlı idaresi süresince Kafkas halkı tamamen otonom yaşamıştır. Balkanlarda Orta Doğuda bir Osmanlı idaresi kurulmuş olmasına karşılık Kafkaslarda böyle bir idare mevcut değildir Osmanlı, daima Kafkaslıların ihtiyaç, karakter ve geçmişlerini göz önünde tutarak onlara tam manasıyla otonomi vermişti.

Müslüman Kafkas halkının Rusya’ya boyun eğmek istememesi diğer taraftan Osmanlıyla Türklerle çok yakın ilişkilerini karşılıklı savunmalarını ve yardımlaşmalarını sürdürmesi Rusları telaşlandırmıştır. Şayet Rusya batıya gider bir cephe açar ve yahutta doğuya Orta Asya’ya giderse ortada onun arkasında daima ve daima tehlike arz eden bir halk kalacaktır. Bu da Kafkas Müslüman halkıdır. Bundan az bir süre evvel Baryatinski’nin mektupları yayınlandı. Şeyh Şamil’e karşı mücadeleyi yürüten ve onu mağlup eden Baryatinski’nin tavsiye mahiyetindeki mektuplarında yöre halkının ezilmesini ve ondan sonra yok edilmesini tavsiye etmektedir.

Şeyh Şamil mağlup olduktan sonra şüphesiz Kafkasya’da direniş yer yer halka kalmıştır. Malumunuz, bu savaşın tarihini inceleyenler bilirler Kabarday’ı işgal ettikten sonra yani Dağıstan’la Batı Kafkaslar birbirinden ayrılınca artık ne Şeyh Şamil’in Çerkeslere ne Çerkeslerin Şeyh Şamil’e ne de Osmanlının Şeyh Şamil’e yardımına imkân kalmamıştı.

Batı Kafkasya’nın Doğu ile ilişkisini kestikten sonra, Rusya bu işlerin diplomatik tarafını da hazırlamakta kusur etmemiştir. Ruslar eskiden olduğu gibi bugün de çok usta diplomattırlar, küçümsememek lazım. 1859’da Rusya, Osmanlı Devleti’ne bazı Müslüman grupların Kafkasya’dan Osmanlı Devletine göçmelerine müsaade istedi. Hemen bir yıl sonra da 1860 Rus sefiri Melikof Osmanlı Devletine bir anlaşma teklif etti. Bu anlaşmaya göre (Melikof’un sunduğu bilgilere göre) savaştan zarar görmüş, yerlerinden edilmiş, 40 bin kadar Müslüman güç durumdaymış ve bunlar yeni bir yere yani Osmanlı Devletine göçmek istiyorlarmış ve bu konuda padişah bir anlaşma imzalar mı? Abdülmecid’e sunulan bilgi budur. Bu uzlaşmaya dayanarak Ruslar, “Efendim biz bunu Osmanlı Devleti ile yaptığımız bir anlaşmaya dayandırarak yapıyoruz” dediler. Bazı meslektaşlar Rusları savunarak “Efendim bu basit bir göçtür” diyorlar ve göçü iki devlet arasında yapılan bir anlaşmaya dayandırıyorlar. Oysa, bu bir anlaşma değildir bir aldatmacadır. Rus’un iyi kullandığı diplomatik bir yoldur.

Adigeler, Abazalar vs. Kafkasya’nın en stratejik yerinde bulunuyordu ve en sağlam direnişi de onlar gösteriyordu. Yerlerinden zorla atıldıkları gibi ordular yavaş yavaş büyük halk kitlelerini denize doğru sürmeye başlamışlardı, çünkü öldüremediklerini vapurlara doldurup gönderecekler böylece Kafkasya onların beğenmediği halklardan temizlenecekti. Yakılan köylerin, öldürülen binlerce insanların haddi hesabı yoktu. Yine İngiliz raporlarında yer alan ifadeler yürek parçalayıcı. Halk, tüm imkanları bitinceye kadar direniyor, mücadele ediyor, savaşıyor, artık çare kalmayınca da, kendilerine tanınan mühlet içinde hiçbir sağlık önlemi olmadan, varını yoğunu terk ederek sahile inmek zorunda kalıyordu. Daha yola çıkmadan açlık, sefalet, hastalık ve kitle ölümleri başlıyordu. Bu bir SOYKIRIMDIR, bir VAHŞETTİR.

Sahilde bindirildikleri gemilerin bir kısmı o kadar çok kişi aldı ki battı; örneğin 2000 yolcu ile yola çıkan Spinks gemisi batınca ancak 200 kişi kurtulabilmiştir. Samsun ve Trabzon ana çıkış limanlarıydı, bu limanlara gelenler hastalığa tutuldu, yine İngiliz raporlarına göre her limanda günde ölenlerin sayısı 200 - 250 –300 kişi civarındadır. Kafkaslardan o tarihlerde ve ondan sonraki tarihlerde 2 milyon ile 2.500.000 arasında insan göç ettirilmiştir. Gelen muhacirlerin büyük kısmı Anadolu’ya yerleştirilmiştir. Rumeli’ye yerleştirilenlerin Çerkes sayısı 400.000 civarındadır. Bu halk 14- 15 sene sonra 77-78 harpleri sonucunda tekrar bir hicrete mahkum edilmiştir. Bu da acılarla dolu bir göçtür. Yeniden göç etmeye mecbur bırakılan Çerkes’ler daha çok Suriye, İsrail, Ürdün, Libya gibi yerlere yerleştirilmiştir. Şeriya nehrinin iki tarafına ve Kuneytra gibi yerlere… Bu halk oralarda da yine bir sürü felaketle karşılaşmıştır.

İşte göç edenler yetişebildikleri yerlerde türlü türlü zorluklarla başa çıkmışlardır. Peki ya göç edemeyenler? Göç sırasında bir milyon kadar Çerkes yollarda hayatını kaybetmiştir. Hastalık, deniz, savaşta vs. bu korkunç büyük bir rakamdır. Ve kimse bu konuyu ele alıp incelememiştir. Ermeni katliamından söz edenlerin biraz da bu masum halkın başına gelenleri düşünmesi gerekmez mi? Bu noktada asıl sorumluluk bize düşüyor. Ne güne duruyoruz? Tarihi gerçekleri dünyayı anlatalım ki, karşılığını da alabilelim.

Çerkesler Rusların önünden kaçmış halklar değildir. Tarihte örneği olmayan bir vatan savaşı vermiş ve kaybettiği için de ülkelerinden zorla çıkartılmış bir halktır. Bu olaya “göç” dediğimize bakmayın aslında “sürgün” kavramı bile zayıf kalır. Ancak “soykırım” ve “katliam” bu olayların karşılığı olabilir. Soykırımı unutmayalım unuttturmayalım!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder