"İnsan özgür olmadıkça mutlu olamaz" (Dante)

14 Ocak 2015 Çarşamba

Çingenenin Aşkı

Devrin birinde bir çingene padişahın kızını çarşıda gezerken görmüş ve ona aşık olmuş. Kendine ne kadar telkin ettiyse de "Sen çingenesin, o padişahın kızı. Vazgeç bu sevdadan" diye yine de vazgeçememiş. Günler gecelere karışmış. Gözüne uyku girmez olmuş. Yemeden içmeden kesilmiş. Bir deri bir kemik kalmış aşkından. Çaresizmiş. Aklına halkın hürmet ettiği, hayır duasını aldığı ihtiyar gelmiş. Şehirde mübarek bilinen bu ihtiyar, duası makbul, hatırı sayılır biriymiş. Bir derdi olan o ihtiyara gider derman bulmadan yanından ayrılmazmış. Çingene de ne yapsın, böyle şeylere her ne kadar inanıp itibar etmese de bir umut diyerek gitmiş ihtiyarın yanına. Anlatmış meramını:

"Gözlerime günlerdir uyku girmedi efendim. Yiyemiyor, içemiyorum. İşim gücüm, gecem gündüzüm, o kız oldu sanki. Ne desem gönlüme kâr etmiyor, son bir çare diye geldim size. Size gelen dermansız ayrılmaz diyorlar."

İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan çingeneyi süzmüş. Sonra bir ah çekip çingeneye tebessüm etmiş:

"Kolay evlat kolay, demiş, çaresiz dert olmaz Allah'ın izniyle." Ve tane tane anlatmaya başlamış: "Şehrin girişindeki dağda büyükçe bir mağara var. Oraya gideceksin. Kırk gün boyunca elinde tesbih, Allah! Allah! diyerek sesli bir şekilde zikredeceksin. Yanına kim gelirse gelsin, ne teklif ederse etsin kabul etmeyeceksin kimseyi. Yalnızca padişah gelir de kızıyla evlenmeni isterse o zaman kabul edeceksin. Dediklerimi harfiyyen yerine getirirsen Allah'ın izniyle muradına erersin."

Çingenenin gözleri parlamış birden:
"Sahiden bu kadar kolay mı efendim? Yani o mağarada elimde tesbih, kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim? Onunla evlenebilir miyim?"

"Evet" demiş ihtiyar, "Kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir."

Çingene bunu duyar duymaz ihtiyarın elini öperek hemen mağaraya doğru yola çıkmış. Çingenenin yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmiş. Mağaraya gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çökmüş. Dualar etmiş, gözlerini kapatmış, kalbini padişahın kızına bağlamış. Eline tesbihi almış ve dudakları kıpırdamaya başlamış: Allah, Allah, Allah…

Padişahın kızının hayaliyle günler günlere tesbihin taneleri gibi eklenmiş. Mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti sarmış. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyormuş. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyormuş:

"Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah’a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah…”

Aşık gencin ne halde olduğunu merak eden mübarek ihtiyar, mağaraya gelerek genci kontrol etmek istemiş. Bizimkinin gözleri kapalıymış, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşünmüş. Tesbih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sormuş kendine. Bu sırada gözlerini açan çingene, karşısında ihtiyarı görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardına
anlatmaya başlamış: "Efendim günlerdir Allah diyorum. Ne gelen var ne giden? Kırk günün yarısı geçti gitti. Sevdiğime kavuşamayacağım sanırım"
İhtiyar umutsuzluğa mahal vermemiş: "Devam evladım. Allah demeye devam. Muradına ereceksin" demiş ve oradan ayrılmış.

Aşık çingene yeniden eline tesbihini almış, gözlerini kapatmış, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru bükmüş, dudakları kıpırdamaya başlamış yine: Allah Allah...

Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış. Nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuş. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetmiş başveziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, derme çatma kulübesinde yaşayan ihtiyarın yolunu tutmuş. Hürmetle diz çökmüş bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlatmış, derman dilemiş. İhtiyar bu duruma için için sevinmiş. Çingenenin işi olmak üzereymiş. Padişaha cevaben: "Hünkârım, gönül erleri mala mülke pek itibar etmezler fakat sahip olduğunuz hazinelerinizi temsilen bir gün ziyaretine gidelim. Şehrin emiri olarak burada kalmasını rica edin. Gerisi Allah Kerîm" demiş.

Hazırlıklar başlamış. Sarayda genç dervişi merak edenler de ziyarette bulunacaklarmış. Bir sandık dolusu altın ile mağaraya doğru yola çıkmışlar. İhtiyar adam önden gitmiş. Genci uyarmak için. Mağaraya gelmiş. Çingeneye: "Bak padişah ve kafilesi buraya doğru yola çıkmış geliyor, ne teklif ederlerse sakın kabul etme. Bir tek kızını teklif ederse kabul et" demiş. Çingene gözleri kapalı yalnızca başını sallayarak cevap vermiş. Çok geçmeden padişah ve ziyaretçiler mağaranın önüne gelmişler. İhtiyar onları içeri buyur etmiş. Çingene yine tesbih elinde, gözleri yarı açık bir halde gelenleri süzmüş. Padişah öne çıkarak kendini tanıtmış. Alimlere, salih kişilere saygı duyduğunu, onları şehrinde misafir etmek istediğini belirtmiş. Çingeneden de şehirde kalmasını rica etmiş. Çingene göz ucuyla ihtiyara bakmış. İhtiyar kaşlarını kaldırarak kabul etmemesini işaret etmiş.

"İstemem hünkârım!" diyebilmiş cılız bir sesle çingene.

Padişah biraz bozulmuş. Sonra altın sandığını taşıyan adamlarına işaret etmiş. Altın sandığı çingenenin önüne konmuş ve kapağı açılmış. Çil çil altınlar çingenenin tam önündeymiş. Ömür boyu çalışsa bu kadar altını bir arada göremezmiş. Göz ucuyla yine ihtiyara bakmış çingene. İhtiyar yine kaşlarını kaldırıp kabul etmemesini işaret etmiş.

"İstemem hünkârım!" demiş yine çingene.

Padişah yanındakilere mahcup olmuş yine. Utana sıkıla tekliflerine devam etmiş. Çiftlik kurmayı teklif etmiş, sarayda devamlı ağırlamayı teklif etmiş, vezirlik teklif etmiş. Fakat nafile. Hiçbiri kabul görmemiş çingene tarafından. Padişah ihtiyara dönmüş: "Ne yapayım ben şimdi?" demiş. İhtiyar fırsatın şimdi geldiğini anlamış ve:
"Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım?" demiş.

Padişah çaresizce: "Nasıl yani, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?" diye sormuş.
İhtiyar gözleri parlayarak "Denemekte fayda var  hünkârım" demiş.

Padişah dermanı kesilmiş bir ses tonuyla:
"Efendim, benim bir kızım var, zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz…" demiş.

Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen şey artık olmuş. İşte artık aşık maşukuna kavuşacakmış, muradına erecekmiş. İhtiyarın gözleri sevinçten dolu dolu olmuş. Gence "İşte bak istediğin artık oldu" der gibi bakmış tebessüm ederek...

Çingene usulca doğrulmuş oturduğu yerden. Etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikmiş, sarhoş gibiymiş. Kendinden emin bir ifadeyle:

"İstemem hünkârım! Kızınızı da istemiyorum" demiş.

Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıvermiş. Padişah mahzunlaşmış, yanındakiler hayretler içindeymiş, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyormuş. İhtiyar da şaşkınmış. Gence doğru gitmiş kulağına fısıldamış:
"Delirdin mi sen? Bak sonunda istediğin oldu. Niye kabul etmiyorsun? Kırk gündür çektiklerin boşa mı gitsin?" demiş.

Çingene ihtiyarın gözlerinin içine bakmış ve:

"Efendim, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahı, vezirlerini, hazinelerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim? Kim bilir ne güzellikler bahşederdi bana. O yüzden ne padişahı ne kızını ne de bir dünyalığı artık istemem" demiş.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder